26 Ocak 2008
FİLİSTİN HALKININ GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK DEVRİMCİ LİDERİ ARAMIZDAN AYRILDI
يا حكيم لن ننساك أبداً
EFSANEVİ DEVRİMCİ LİDER Dr. GEORGE HABBAŞ ANISINA
Mihrac Ural
26 Ocak 2008
Filistin halkının tarihi; bir hak arama, bir devrim tarihidir. Engebeli sarp ve dolambaçlı bir tarih… Bu tarih, zor koşullarına uygun liderlerin de tarihidir. Zorluklara boyun eğemeyen efsanevi bir halkın yoğun desteğiyle beslenen örgütlerin, direnişlerin intifadaların da tarihidir. En güç koşullarda bir kez daha kendini küllerinden yaratmanın, kıstırıldığı, ölüme terk edildiği sanıldığı bir anda, birkaç gün önce Gazze halkının yaratıcı ayaklanmasıyla sınır çitlerini, duvarlarını, kulübelerini yıkarak yaşama pencere açmanın tarihidir. Bu tarih yeryüzünün tüm tasallut ve ceberut güçlerinin hışmına, haksızlığına, zorbalığı ve askeri aparatlarla kustuğu ölümlerine karşı var olma tarihidir; dünya kamuoyu gözleri önünde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Meclisi’nin adil olmayan yaklaşımının karanlık izleri altında, en doğal yaşam hakkı gasp edilirken yazılmaktadır.
Bu tarih, insanlık bilincine katılan “hak arayışı uğruna kararlı mücadele”nin de tarihidir. İntifada kavramını, insanlık entelektüel siyasal jargonuna katan bu halkın dinamikleri içinde büyüyen bir yıldız da Dr. George Habbaş olmuştur. Filistin devriminin gelişim aşamalarının tüm önemli dönemeçlerinde Habbaş’ın etkin izleri, yönlendirici konumu, kararlılık simgesi olarak yükselişine tanıklık yapılmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrası yükselen ulusal kurtuluş hareketlerinin günümüze kadar uzanan direnme süreçlerinde bir başyapıt olarak Dr. George Habbaş, lider olarak sadece Filistin halkı açısından değil dünya devrimci hareketi açısından da haklı bir yer kazanmıştır. Marksist-Leninist’tir. Bu medresenin derin entelektüel birikimleriyle Arap ulusunun yetiştirdiği en büyük liderlerden biridir. Etkisi ve geniş yelpazede oynadığı rollerle, yazdıklarıyla, tezleriyle geliştirdiği siyasal duruşuyla dostlarının olduğu kadar düşmanlarının da dikkate aldığı büyük bir efsanevi liderdi. Bölgemize musallat olan emperyalistlerin ve onların maşası Siyonist İsrail’in yayılmacılığına karşı kararlı bir direniş önderiydi. Onlarca kez büyük komplolarla suikastlara uğramış; ama o bir halk lideri olarak, halkı tarafından kucaklar içinde korunmuştur.
Dr. George Habbaş Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) genel sekreteriydi, lideriydi. 1967’deki kuruluşunda, 2000 yılına kadar genel sekreterliğini yaptığı bu en kararlı Filistin örgütünde, kalplerde ölümsüz lider olarak kendi kararıyla genç kuşaklara yer açmak üzere görevini devretmiştir. Son dönemlerde temel ilgi konusu, Arap kurtuluş mücadelesi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi mücadele tarihi ve kendisinin mücadele süreci üzerinde teorik çalışmaları üzerinde yoğunlaşmaydı.
Bu süreçte, Filistin halkı kurtuluş mücadelesini yozlaştırmak isteyenlerin, İsrail’le “uyumlaşma” gibi teslimiyetçiliğe götürmek isteyen yaklaşımlara karşı, amansız bir mücadele yükselterek, dik duruşuyla on milyonlarca Arap devrimci gençliğinin sembolü olmuştur. Halkı tarafından “Hekim” lakabıyla ödüllendirilmiş ender liderlerdendir. Uzman doktordur; ama o, halkının hekimiydi. Hekim Arapçada doktor olduğu kadar filozof anlamına da gelen, insanlıkla ilgili tüm sorunlara çözüm bulan yüce, saygın ve derin bilgili kişilere verilen bir sıfattı. Habbaş, halkının kurtuluşu için gösterdiği kararlı mücadelede bu unvanı fazlasıyla hak etmiştir.
Bu satırların yazarı, Hekim’i Beyrut’ta Filistin Halk Kurtuluş Cephesi bürosunda tanımıştır. İzniyle Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (Acilciler) örgütünün, eğitim imkanlarından yararlanmasını istemiş, onayını almıştır. Örgütümüzün tarihi içinde FHKC ile ilişkilerimiz, Yeşilköy hava alanında, İsrail hava yollarına ve oradaki Siyonist casuslara karşı giriştikleri eylemden dolayı (11 Ağustos 1976), tutuklu bulunan militanları Muhammed Reşid ve Mehdi Muhammed’in Sağmalcılar Cezaevi’nden özgürlüğe kavuşturulması ve sağ salim örgütüne ulaştırılmasıyla başlayan çok eski ve derin bir bağ vardır. Bu bağ; zorba, solcu geçinen faşist sürüsünün katlettiği Nebil Rahoma yoldaşımızın, iki kez İsrail Siyonistlerine karşı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi saflarında, işgal altındaki Filistin topraklarında başarıyla giriştiği eylemlerde yer almaktadır. O dönem dış ilişkiler bürosunun başında olan FHKC temsilcisi Hani yoldaşın deyimiyle: “Sizi ve örgütünüzü Nebil yoldaşınızın kahramanlık dolu yiğitlikleriyle tanıdık, kardeş ve yoldaş örgüt olduk. Nebil çok riskli bir eylemi başarıyla yerine getirmekle yetinmedi, yaralı yoldaşını esir olmaktan kurtarmak üzerede sırtında taşıyıp güvenli bir alana kadar getirdi.” Aynı bilgiyi, örgütümüzün Lübnan sorumlusu Levent sultan yoldaşa, FHKC Merkez komitesi üyesi Fuat Remzi tarafından da, aktarılarak, iki örgüt arasındaki derin bağ vurgulanmıştır. Bu dostluk on yıllar süreci içinde büyük dayanışmalarla sürdü. Örgütümüz, 1982 Beyrut Kuşatması’nda İsrail işgaline karşı aynı barikatlarda, Hekim’in fiili liderliği altındaki FHKC saflarında direndi. Bu satırların yazarı, İsrail ajanlarının FHKC bürosunun altında bulanan ve militanların yoğun bulunduğu kafeteryaya konulan büyük bir bombanın patlamasından, inanılmaz bir şekilde kurtulmuştur. Filistin halkının haklı davası uğruna verdiğimiz şehitlerle kanlarımız birbirine karışmıştır. Bizi Filistin davasına bağlayan doğrularımız yanı sıra, en önemli figürlerin başında Hekim George Habbaş ve onun liderliği altındaki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi olmuştur.
Bizden önce, Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının da dayanışma odağı olan George Habbaş liderliğindeki FHKC, ülkemizde devrimci siyasetin nasıl bir miras tutarlılığı ile sürdürülüşüne önemli bir alan olmuştur
Bugün Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, çok emin ellerde, Hekim’in manevi liderliği, geride bıraktığı büyük devrimci miras ve siyasal literatürüyle mücadelesine devam etmektedir. Bu gün aynı tutarlılıkla örgütümüz de, Filistin halkının haklı davasıyla doğrularımızın belirlediği yönde, şehitlerimizin anısı ve halklarımızın ortak çıkarları etrafında oluşan dayanışmamız yükselerek devam etmektedir.
Filistin Halkının haklı davasının efsanevi lideri Dr. George Habbaş, seni unutmaacağız.
ŞEHİTLER ONURUMUZ VE GURURUMUZDUR !..
TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ ( Acilciler)
ÖNCÜ TUTUMLARIN ÖZGÜN ÖRGÜTÜ
THKP-C (Acilciler) Genel sekreteri Mihrac Ural
26 Ocak 1976 tarihi kurucu liderlerin şehit olma tarihi olarak, örgütümüzün siyasal mücadeleye atılımının da resmi tarihidir. Örgütümüzün ciddi bir kurumsal yapısı olmasa da temel siyasi donanımları ve özgün eylem anlayışıyla ülke siyasi arenasına adım attığı gün bu gündür.Bu günü daha da anlamlı kılan, 12 Mart 1970 Askeri Faşist Darbesi’nin devrimci harekete karşı yönelttiği ağır kıyım ve yıkımın külleri altından baş kaldırma çabasının da ilk kıvılcımı olmasıdır.
Türkiye devrimci hareketi 12 Mart Darbesi sonrası dönemin ağır baskıları altından çıkma çabasını, ilk kez örgütümüzün kurucu liderlerinin şehit olmasıyla gösterdi. Bu bir tarihi dönemeçti. Bu günün kuşakları bu ayrıntılardan kısmen uzak da olsalar, gerçek tastamam budur.
60’lı yılların birikimleriyle yoğunlaşan siyasal-sosyal ve ekonomik taleplerin, 12 Mart Askeri Faşist Darbesi’yle kırılışına karşı, devrimci hareketin ilk adımı örgütümüzün girişimiyle böylece atılmış oldu.Ülkemiz demokrasi mücadelesinin güçlü tırmanışını temsil eden 74-80 kesiti bu tarihle birlikte ivme kazandı. Bu bir “öncülük” olayı idi. Her şey değil kıvılcımdı; var olan, uzun yılların içinde birikmiş olan ancak ağır bir darbeyle bertaraf edilen dinamiklerin kendine gelmesini, özgünlükleriyle, farklılıklarıyla toparlanıp yeniden siyasal mücadeleye asılmalarının başlangıcıydı.
Devrimci güçlerin birbirinden bağımsız da olsa süren hazırlıklarının bir yerde böylesi bir kıvılcımla yeniden atağa geçmesi, 26 Ocak 1976 Malatya Beylerderesi’ndeki hadiseyle gündeme gelmiştir.Malatya Beylerderesi’nde devletin güvenlik güçleriyle girilen çatışmada, kurucu liderlerimiz İlker Akman, Hasan Basri Temizalp, Yusuf Ziya Güneş’in şehit olması, 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesi’ne kadar sürecek olan yakın tarihimizin en yoğun siyasal dönemi diyebileceğimiz dönemin başlama işareti oldu. Örgütümüz bu ilk kıvılcımdan itibaren dönemin özgünlüğüne uygun öncü bir örgüt olmayı sürdürmüştür. Bunu kendi iç evrimini yaşarken de yapmaktan geri kalmamıştır.
Mahir Çayan önderliğinde başlayan THKP-C sürecinin yeni açılımlarla evrimleşmesi örgütümüzün geliştirdiği tezlerle gerçekleşti. Geçmişini hataları ve sevaplarıyla içselleştirerek siyasal evrimini ilerletti. Türkiye’nin en yoğun siyasal döneminde (74-80), illegal bir silahlı mücadele örgütünün, silahlı mücadele anlayışına siyasal bir tarz verme kararlılığını, silahlı eylemi siyasal mücadelenin herhangi bir aracı düzlemine geri çekme başarısını, örgütümüz yerine getirmişti. Bunu açık siyasal yazınsal eleştiri ve tartışmalarıyla yapmıştır. Bunun anlam ve önemini bu günün değişimleri içinde kavramak, o gün yapılan bu çabaların değeri açısından büyük önem taşımaktadır:
Bu süreçte, dünya devrimci hareketini ağır bir kuşatmayla sarmalayan Çin tipi devrim(klasik halk savaşı) ya da Latin Amerika tipi mücadele(öncü savaşı) ve toplumsal çözümlemeler, örgütümüzün öncü girişimiyle yerli yerine oturtulmuştur. Ülkemizin objektif verilerini ithal bir devrim anlayışına uydurma çabalarını ise ortaya koyduğu çözümlemeler ve eleştirilerle aşmıştır; bunu kendi bünyesi içinde yapan ilk örgütür de.
Bu atılımlarla örgütümüz, kararsızlıklarıyla yüz binleri arkasından yürüten örgütlerden çok daha sağlamca yere bastığını 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesi gelip çattığında dosta düşmana göstermiştir. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kurucu üyesi olarak 1982 Haziran’ında yükselen çalışmalarda, yalnızca PKK ile örgütümüz THKP-C (Acilciler) eylemlerine militanlarıyla devam edebilecek tek güç olduğunu göstererek, bu gerçeği bir kez daha ortaya koymuştur. 80-90 yıllarındaki faşizme karşı direniş mücadelesinde ülkemiz siyasal arenasında kendini hissettiren bu iki güç dışında hiç bir örgüt yoktu.Bu ve benzeri süreçlere her zaman öncü bir kıvılcım olan örgütümüz, devrimci hareketin ciddi boyuttu marjinalleştiği bu günde aynı rolü oynama dinamiklerini korumuştur. Sol güçlerin derin bir milliyetçi bataklığa sürüklenişine karşı, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bu günün verilerinde aldığı yönelimi ikircimsizce belirlemekle geleneksel tutumunu tekrar ortaya koymuştur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan tarihsel baskı sisteminin kırılışıyla ortaya çıkan siyasal tablonun özelliklerini çözümleyip, devrimci hareketin önündeki yükümlülükleri belirlemiştir.Bu gün “mücadelemizin temelinde özgürlük ve demokrasi vardır” geleneksel bir söylem gibi gelen bu tezin açılımında, siyaseti dar sınıf mücadelesi kapsamında algılayıp milliyetçiliğe kadar yuvarlanan soldan ve özgürlük mücadelesini tek boyutlu hale getirip ülkemizin mozaiği gerçeğinden farklıları dışlayan yaklaşımlardan bir kopuşu dile getirmiştir. Bu bir yol ayrımıydı. Örgütümüz bunu da korkusuzca dile getirmiştir.
Ülkemizin zengin farklılıklarını özgürlük ve demokrasi mücadelesine katma girişimi bu yaklaşımın temelinde yatan en önemli espri olarak belirlemiştir.
Ortak ülkemizin eşitleri olarak özgürlük arayışına girişen her demokrasi hareketinin ülkemizin barışı için bir gereklilik olduğu gerçeği siyasal bir program olarak bu adımla gündeme gelmiştir. Devrimci hareket kendi içinde demokratik olmadan, ortak ülkemizin siyasal demokrasiye kavuşmasının mümkün olmayacağı gerçeği vurgulanmıştır. Bu yaklaşımın dışında kalıp solculuk yapmak ise milliyetçilik ve bölücülüktür diyen ilk örgüt, örgütümüz olmuştur.
İşte bu anlayışla dünü bu güne bağladık. Dünü onurla bu günde bu anlamda sürdürdük ve sahiplendik. Bunun için de, dün olduğu gibi bu günde, büyük bir onur ve gururla geçmişimize sahip çıkıyor, kurucu şehit liderlerimizin anısı yolumuzu aydınlatıyor diyoruz.
II. KONGREYE EŞİT MİLİTANLAR OLARAK GİRECEĞİZ
TARİHİMİZLE YÜZLEŞECEĞİZ
Mihrac Ural
24 Ocak 2008
Özgün varlığıyla bir döneme damga vuran örgütümüz, hatalarıyla sevaplarıyla siyasal tutumlardaki dik duruşuyla özgürlük ve demokrasi mücadelesini kararlıca sürdürmektedir. Hangi ölçekler içinde olursa olsun, örgütü; militanları, kadroları ve yöneticileri var eder, kitlelerle birlikte de gerçek anlamıyla bir siyasi örgüte dönüşür. Örgütümüz de, tas tamam bu özellikleriyle var olmuş, halk kitlelerinin gerçekçi istemlerine dayanan siyasal talepleriyle de kararlılığını korumuştur. Bu gün büyük siyasal sistemlerin, devlet ve sınırların değiştiği koşullardan geçerek, bu süreçlerin cefasını atlatarak doğruları arkasında durma ısrarında var olmak sayılarla ölçülecek bir durum değildir.
Örgütümüz sayıların kaygısında siyasal yaşam sürdüren bir örgüt değildi ve hiçbir zaman bu popülist kaygılarla mücadelesini yükseltmedi. Bir dava örgütüydü ve hep öyle kaldı. Davası, hedef kitlesinin haklı talepleridir ve onun varlığının oluşturduğu doğruların arkasında olmayı sürdürme kararlılığıdır. Bu açıdan bakınca örgütümüzde etkin olan kadro birikiminin yapısı, eğilimleri ve bu gün vardıkları sonuçları mantıklı bir şekilde açıklamak güç değildir.
On yıllar içinde olgunlaşan bu emekler bu günkü siyasal eğilimler içine önceden planlanmış bir şey olmasa da, siyasal ortamın karmaşası ve dengelerinde, yeniden yapılanmasında kendini koruyabilmiş bir kararlı kadronun doğal tercihi olarak tecelli etmiştir.
Bu örgüt, dünü, bugünü ve yarını birbirine bağlayan süreçlerde emek verenlerin onurlandırdığı bir duruşa sahip olmasının altında, haklı kitlesel taleplerinin doğrularının merkezinde oturtmuş olması yatar. Bu gün geldiği yerde, Anadolu halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesini temel alan yaklaşım, ortak ülkemizin demokratik taleplerine farklılıkların, eşitler olarak katılmasına olanak yaratmıştır. Bu dinamiklerin katılımı için geliştirilen perspektiflerin temelinde tek boyutlu siyasal programların ülkemiz gerçeğini yansıtmaması vurgusuyla dile gelmiştir. Farklılıkların, ortak ülkemizin siyasal yeniden inşasında etken bir dinamik güç olarak yer alması için, siyasal yapılanlarını tek boyutlu çözüm programlarından çıkması ve her alanın kendi özgülüne uygun program ve yaptırım gücüne kavuşturulması gerektiği tespit edilmiştir. Gerçek demokrasi ve demokratik yaklaşım, özgürlük ve bunun sonuçları ancak bu yolla ikame edilebileceği gerçeğine işaret etmiştir. Örgütümüz siyasal yaklaşımlardaki özgünlüğünü bu adımlara da geleneklerine bağlı olarak ortaya koymuştur.
Bu noktada sayıların örgütlerini tutumların örgütleriyle kıyaslamak daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Halkın uğruna dövüşeceği geçekçi taleplerini savunmaksızın, dengesiz ortamların yığdığı hiçbir kalabalık kararlı ve tutarlı olamaz. Amaçsız niceliklerin şişkin örgütleri, yakın tarihimizde bu nedenle esamesi anılmayacak şekilde tarihe gömülmekten kurtulamamıştır.
Bu nedenle örgütümüz tarihiyle siyasal duruşuyla, emek verenleriyle bir bütün olarak algılanır. Bu geçmişimizle bağımızın temel halkasıdır; nerede olursa olsun, iyisiyle kötüsüyle, insan erdemlerine ve devrimci siyasal yönelimlere ihaneti olmamış tüm yoldaşlar bu örgütün dününün var olmasında etkin olan ve emekleri saygı görmesi gerekenler olacaktır.
Bu satırların yazarına gelince, 1978’den bu güne örgütün başındadır ve illegal örgütlerin tipik yapılanmasının sonucu olarak, karar sahibi olması dolayısıyla da tüm hatalarının sorumlusudur. Tüm olumluluklar ise, diğer yönetici ve militanlara aittir. Bu cümleleri birden çok kez değişik yazılarda dile getirmekle de, en azından şahsına ve yönetim dönemine getirilecek her eleştiriye, soruya, diyaloğa açık olduğunu ilan etmiştir. Böylesi kurallı ve düzeyli bir ilişki kalitesi gösteremeyenlerin yargısız infazcı duruşlarına ise söylenecek tek şeyi vardır, o da, “yargısız infazcılar sizlerle yolumu ebede kadar ayırdım” demekten ibarettir.
Bu satırların yazarı, buradan, onur ve gururumuz olan şehitlerin huzurunda, kurallar, kurumlar ve işleyişlerinin hükmü gereği I. kongremizden bu yana seçilmiş bir Genel Sekreter olarak, yargısız infazcıların kalitesiz ve düzeysiz kural ihlallerine dönüp bakmadan, II. kongremizin toplanması, kurum ve kurallarının işlerliğiyle verilecek karara kadar bu örgütün görev ve sorumluluklarını onurla taşımaya devam edeceğini bir kez daha belirtir.
Bu söylemin yeri mi, zamanı mı diye sorulabilir. Yolların bittiği yerde bunu söylemenin anlamı nedir? Bunun tek amacı örgütlü yaşamın kurallı bir yaşam olduğu gerçeğinin bilince çıkarılmasıdır. Geçmişe değil geleceği mesajdır. Diyaloğu bilmeyenlerle hiçbir davanın yürütülemeyeceğini bir kez daha anımsatmaktır. Bu söylemlere ilgisiz olanların bir kez daha ilgisini çekme gibi bir kaygı yoktur olmayacaktır da. Ancak geçmişte olsa, kuralsızlığı kendi özel eğilimlerine malzeme yapanların ayıbını bu güne ve yarına taşıyarak örnekler oluşturmak, yürünecek uzun yolların yoldaşlığı için bir gerekliliktir. Örgüt denilen ağla birbirine bağlanmış insanların, demokrasi mücadelesinde ortak bir gövde olarak hareket etmelerinin, en iyi dağınıklıktan çok daha ileri bir duruş olduğu inancımızla da tutarlı bir yaklaşımdır.
1990’lı yılların Dünya’da büyük siyasi yıkımların etkisi altında örgütsel yapılardan kaçışın bir uzantısı olarak örgütümüzün payına düşen, siyasal olmaktan çok şahsi ve lokal olayları sorgusuzca, diyalog kurmadan, ön yargılarla yıkıcı sonuçlara götürmek olarak tecelli etti. Bu düzeysizliğe karşı direnenler, yine bu örgütün temel kitlesi ve onun kadroları oldu. Bu gün gelinen noktada örgütümüzün nicelik ve niteliğiyle ilgili yorumları yapmadan önce, her kesin bu noktada diyalogsuzluğun nereye varabileceğini sorgulaması gelecek için anlamlı sonuçlara sahiptir. Buna rağmen var olan ölçekleriyle örgütümüzün, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde kararlılığı, ne türden köklü bir siyasal zemin üzerinde yürüdüğüne açık bir göstergedir.
Bu güne büyük bedeller yoğun emeklerle gelindi. 1976’dan bu güne geçen sürede özellikle 1977 Ağustos darbesinden bu yana, siyaseti dar kadroların fildişi kulesinden ibaret sanan işlevsizlerin hazin itirafları ardından gelen ağır darbeden sonra, bu örgüt santim santim yoğun emeklerle inşa edildi. Ülkemizin tüm bölgeleri, şehirleri tek tek dolaşılarak ağır aranma koşullarına inat ekip ekip kurumlaştırıldı. Bu sürecin her anında ve her mekanında sunulan katkı, o günkü yoldaşların özverisi üzerinde yükseldi. Ülkemiz siyasal tarihinin bir kesitinde etkin bir yer alan örgütümüzün, doğruları uğruna, özgün yöntemleriyle yükselttiği her eylemi, siyasal olduğu kadar, insan erdemlerini de dikkate alan bir içerikteydi. Tarihte gelip geçen her örgüt gibi örgütümüzün de hataları çoktur. Ancak insan haklarına yönelik ne bir eylemi ne de bir kararı olmuştur. Bunu anlamak için aynı dönemde farklı örgütlerin dışa ve içe yönelik şiddet politikalarını bilmek yeterli olacaktır.
Örgütümüzde bu eğilim, 78’den itibaren, gerçek halk kitlelerinin ortamından çıkıp gelmiş haliyle örgütü yöneten ana eğilimin yoluydu. İllegal yanı sıra legal faaliyetlerde, yayınlar, sendikal ve derneksel çalışmalar, kitle eylemleri, grevler, miting ve gösteriler bu ekibin emekleriyle ikame edilmiştir. Bu ekibin kadro ve militanları, istisnasız, örgütün tüm alanlarında aktif bir emek yoğun çaba içinde olmuştur. Bu ekip, örgütü istikrara kavuşturmuş, ona yeni bir kimlik kazandırmıştır. Kitlesel algılar bu ekiple ağırlığını ortaya koymuştur. Bu ekibin doğup büyüdüğü yerde, on binler miting alanlarına örgütümüzün bayraklarıyla yürümüş ve hala bu kitle tüm diriliğiyle örgütün izinde olmayı sürdürmüştür.
Bu yönelim, siyasal mücadelesinde insanı konu almıştır. Silahlı mücadeleyi öyle kavramış ve öyle uygulamıştır. Örgütü, karanlık odaların insan katli üzerine kurgulu siyasetlere batmış dar kadrocu öbeklerin tasallutundan kurtarmış, siyasal bir düzey kazandırmıştır. “öncü savaşının askeri sanatı” ile “öncü savaşının politik sanatı” arasındaki tartışma ve HDÖ ile Acilciler ayrılığının ardında tas tamam bu yatmıştır. Gerçek kitlelerin bağrından kopup gelen militanların omuzlarında bu örgüt siyasal bir örgüt olurken, askeri eylemlerini dahi ahilileştirmiştir. Bu sürecin mantıki sonuçlarıyla da bu günkü evrimine ulaşarak, geçmişine sahip çıkmaktan bir adım geri durmaksızın siyasal mücadelesini sürdürmektedir. I. kongresinin karalarına bağlı olarak, kurumsal işleyiş yolunda yürüyüp II. kongresi için tüm hazırlıklarını hızla sürdürmektedir.
1977 Ağustos darbesi devletin örgütümüze karşıyenelttiği bir darbeydi. Buna içteki itirafçının darbesi eklendi. Örgütün ciddi bir kırılma tehlikesi yaşamasına yol açtı. Buna rağmen, 1986 Kasım- Aralık’ta başarıyla tamamlanan I. kongre, bir barış, toparlanma, yaraları sarma, geçmişten ders alma şansını, başka örgütlerde olduğu gibi hata yapana şiddet uygulamakla değil onu yeniden kazanma hedefiyle de bağlandı. Kongremiz yeni bir ruh ve güç katmıştı. Bu sürecin muhasebesi de, hatalarıyla sevaplarıyla II. kongrenin görevleri arasında olacaktır.
Bu amaçla II. kongre üyeleri eşit ler olarak yerlerini alacaklardır. II. Kongrenin açılışıylabirlikte, hiçbir delege diğerinden ne mevki nede etkinlik olarak farklı bir yerde olmayacaktır. Tüm görevler kongreye devredilmiş olarak sonuçları bekleyecektir. II. kongre, Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi (Acilciler) örgütüyle ilgili olduğu kadar, tek tek yöneticileri için son kararı verecektir. Kongre kararları karşısında herkes, eşit hak ve yükümlülükler altında bir militan olarak yerini alacaktır.
Kongremiz, örgütsel süreçlerin ayrıntılı dökümünü belgelerle, yazılı ve şahısların kendi el yazıları dahil her türlü ortak kabul edilebilir belgeyle ela alıp kararlarını verecektir. Bunun için örgüt arşivi tüm delegelere önceden açılacaktır; bir örgüt tarihinin nasıl adım adım, hangi emek ve kimler tarafından yükseltildiği. On yılların örgütsel tarihi, hasbelkader ve bir emirle içinde yer aldığı süreci örgütün tarihi olarak pazarlama komedyenlerinin iç yüzü ortaya konacaktır. Yargısız infazcılar, kaçkınlar, bölücüler, başka örgüt kanatları altında yoldaşlarına zalimlik yapanlar, bulunduğu her yerin rengine girmekte bir beis görmeyen “bukalemun”lar, hırsızlar, katiller, Avrupa bataklığında zindandaki yoldaşlarını ayakları altına alacak kadar onursuzlaşanlar, belgelerle, el yazılı itiraflarla tek tek açığa vurulacaktır. Ve bunlar kamuoyuna, internet ortamının ilgili tüm linklerine, basına ikircimsizce duyurulacaktır.
Örgütümüz kendisiyle ilgili karar vereceği bu tarihi kongrede kamuoyundan hiçbir şey saklanmayacaktır. Sol tarihe bir öncü girişimi daha yapacak olan örgütümüz, II. kongresinde utanacak şeyi olanların utançlarını artık sırtında taşımayacak, bunu hedef kitlesiyle, kamuoyuyla paylaşarak süreci noktalayacaktır. Bunu bu günün anlamına bağlı olarak, kurucu şehit liderlerimize karşı yükümlülüğümüzün bir sonucu olarak, önceden açıklamayı, kurumsal işleyiş ve geçmişimizle yüzleşme adına yapacağız.
DEMOKRAT OLMAK BİR ÖLÇÜDE FARKLILIKLARLA BİR ARADA YAŞAYABİLMEKTİR !..
SİZ HiÇ ESİR DÜŞTÜNÜZ MÜ KOMUTANIM ?
Osmanlı Aklı'nın TARİH SERÜVENİ ( I )
Mihrac URAL
Tarih serüveni içinde, her ulusun, halkın, kültürel topluluğun tek tek bireyleri gibi, bir tür kolektif aklı olduğunu görüyoruz. Bu ortak aklın davranışı, tıpkı denizde balık sürüsünün davranışı gibi bir gövde hareketine sahiptir. Bu davranışlar bütünü bir parmak izi gibi, bir kolektif kimliktir.
Her kolektif davranışın altında yatan kolektif aklın kimliğini bilmeden onunla sağlıklı bir ilişkinin kurulamayacağı da, tarihin bizlere öğrettiği önemli bir derstir. Avrupa toplumları komşuluk ilişkileri içinde binlerce yılın didişmeleri, savaşları ve kayıplarıyla karışlıklı olarak birbirlerini yordular; karşılıklı olarak bilince çıkaramadıkları kimliklerinin altında birbirlerini ezdiler. Aynı topluluklar, bu gün birbirlerini tanımanın olanaklarıyla farklı bir tarih örmeye koyuldular. Bu adım, nesnel gelişmelerin sonucu üzerinde yükselen öznel çabalarla, eski akılların terk edilmesiyle gündeme geldi. İnsanlığa çok ileri birleşme örneği adımı da bu yeni akılla ortaya çıktı; birleşik güçler olarak tarih sahnesindeki serüvenlerine devam kararı bunun bir sonucu oluştu.
Olumsuzlukları bölge halkalarının geçmiş ilişkileri için sıralamak yanlış olmayacaktır. Ancak gelecekleri için, Avrupalıların başardıkları birleşme atılımları açısından söylemek, hala çok uzaklarda durmaktadır. Terk edilmemiş eski akıllar, yeni bir yaşam için zemin olmaktan çok uzaktır. Eski akılları çöplüğe atmak ise, herkesin kendi tarihiyle yüzleşmesini gerekli kılıyor.
Bu açıdan, ulusların, halkların ya da kültürel toplulukların kimliklerini tanımlamak için bir tarih seyrüseferine girişmek ve orda tanık olunanları çok tarafsız olmasa da, tarihçi gözüyle belirlemek, zaman zaman büyük cesaretleri gerektirir. Bu göz, kendi toplumunu tanımlama gibi, tarihle yüzleşme anlamında bir bakış çabası içindeyse, aforoz edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak demektir; yabancı ise, düşman ilan edilecektir. Ancak “bu göz” olunmadan ne kendi toplumları için ne de başkaları için insan erdemlerinde tanımlanabilecek bir çabanın olduğu iddia edilemez.
Bu riskleri göze alan ve iddiayı taşıyanlar, eski akılları aşacak, yeni kuşaklara yeni akıl önermeleri yapacak girişimlerinde hiç bir tehlikeden kaçınmayacaktır. Geleceği ise bu sorumluluk kuracaktır.
Ben kendi adıma, doğrularımla yanlışlarımla bu adımı attım. İçinden biri olduğum kadar, dışından biri olarak toplumun tarihle yüzleşme cesaretini ortaya koydum. Yeni bir akıl için, eski aklın tarih serüvenini tanımlamaya çalıştım. Bu makalede, yeni bir akılla, tüm renklerimizle, ortak coğrafyamızda, barış içinde, kardeşçe yaşamı üretebileceğimize inandım.
Osmanlı Aklı’nın TARİH SERÜVENİ adlı uzun makalemde yer alan hiçbir tabiri, tarihi konumu ve anlamı dışında kullanmadım. Buna rağmen incindiğini hisseden herkesten peşinen özür dilerim. Bu makaleyi yazmaktaki amacım, düşmanlıkların sona erdiği, dostluğun kazandığı bir ortak coğrafya içinde, yeni bir akılla yeni bir yaşam kuruluşuna kendi açımdan katılmaktan ibarettir.
13 Ocak 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder